Düşünün;

Hayatta bizim önümüze bir bardak koyup ya yarısı dolu dediler ya da yarısı boş diye öğrettiler ama kimse boş bir bardağın doldurulacağını öğretmedi... Bu bir haylaz tarifidir (...) burada süslü laflar boyalı insanlar maskeli yüzler yok !!! Hayatta gerçek diye bildiğimiz şeyler bize öğretilen davranışlar mı yoksa birilerinin biçtiği karaktere söylenen yalanlar mı !? Acaba gerçek diye bir şey var mı !?

8.30.2012

kelime tüccarı-5


Dördüncü sahne
İsrafil: Bu adam şiir yazmayı çok seviyor. Şeytana yazdığı şiire bakın hele. Haddini bilmemek diye buna derim.
Benim küçük azazilim
Karanlıklar basıyor afakımı
Kanlı nehirler akıyor rüyalarımda
Düşlerimde sensizlik bir isyan
Vaz geçişlerim yokluğuna gebe
Çamurdan can verdiğim hayallere
Tapmanı istesem
Kaçıp gider misin?
Bahşettiğim cennetten ebediyete

Şimdi uzak karanlık diyardayım
Adıma iblis denmiş, şeytan denmiş
Umurumda değil artık
Senin cennetinde değilsem
Dumansız ateşimi neyleyim
Kaybettim azazilliğimi
Artık melek değilim.
(son cümleyi Azrail’le birlikte söyler ve Azrail içeri girer)
İsrafil: Ne oldu?
Azrail: Öldü, öldü sonunda!
İsrafil: Kim?
Azrail: Bey.
İsrafil: Nasıl öldü? Neyden öldü?
Azrail: İnançsızlıktan. Bedeni daha fazla dayanamadı. Bilekleri kesilmişti, gittiğimde oluk oluk kan akıyordu.
İsrafil: Görünce şaşırdı mı seni? Son sözü ne oldu?
Azrail:  Çıplak insanları görüyorum
                Kanlı ilahlarını kaybetmiş
                Kaçacak bir yerimiz yok artık
                Tek günahımız içimizdeki İblis!
(melekler birlikte söyler) la ilahe il Allah!
Sorgu meleği 2: Tanrı kararını verdi. Kıyamete kadar bir de Araf’ta izleyecekmiş onu.
Sorgu meleği 1: Kimi kimsesi yoktu garibimin. Herkesten önce de kabirden ayrılıp Araf’a gönderilecek ha! Yazık arkasından bir dua okuyanı da yok! Artık sevap da kazanamayacak. Yalnız başına öldü.
(Azrail ile İsrafil birlikte bağırır): Hayır tek başına öldü!

8.29.2012

kelime tüccarı-4


Üçüncü sahne
(Yek sahnenin sol tarafından girer siyahlar içindedir ve sesi her zamanki gibi alaycı tavrıyla sinir bozmaktadır)
Yek:  Evet ölmek istiyorsun biliyorum; ama şunu unutma. Ölmek istiyorsan yaşamak için sebebin olmalı ki onları kaybetmeyi göze almalısın. Ama sen, peki ya sen ancak bir korkak gibisin, yaşamak için o kadar güzel hayallerin var ki sen korkaksın bir korkak anladın mı! Sen ölecek kadar cesarete sahip değilsin o yüzden hala yaşıyorsun ve can çekişiyorsun. Kanında dolaşan melankolik satırdan başka bir şey değildir ölüm.
(Bey sahnenin sesle irkilir, yattığı yerden kalkar ve sahnenin ortasında boynu bükük durur)
(Key sahnenin sağ tarafından yeke bakarak içeri girer)
Bey(Key’e bakarak) : Konuş! Yenilginin sebebini biliyorum. Asıl şimdi konuş. Hayat kavgasında bana boş umutlar verirken konuşman büyülü bir nefes gibiydi. Zaferin sarhoşluğuna öyle bir kapıldım ki bana sunduğun şarabı fütursuzca içtim ve gördüğüm her şeyi gerçek sandım!(cümlenin sonunda Key ’in yakasına yapışır ve onu sallayarak alaşağı eder) Şimdi niye susuyorsun konuş diyorum sana!
Key(key yerden kalkarak) : Efendim bu yekin son oyunu inanmayın savaşı kaybetsek bile umudumuz zaferimiz olmalı.

Yek: (yek yine sinir bozucu konuşmasını yapar) Umut güzel şey bilirim. Sizin gibiler umut için yaşar. Anlamını hiç kendinize sordunuz mu? Komik bir cevap. Var olanın dışında hayal kurmak. Çocuklarınızın ismini bile umut koyuyorsunuz; ama key çok beceriksizsin. Bir şey için sadece savaşırım ve kazanırım sizin gibi umudun bayraktarlığını yapmam. Benim çocuklarımın tek ismi vardır ifrit!
Bey: Katip! Katip neredesin kurtar beni bunlardan! Delirmek üzereyim hayır hayır bu bir rüya! Ebet bir rüya olmalı! Katip! İmdat!
Katip: Ne oldu beyim. İmdat diye bağırıyordunuz. Kötü bir kabus gördünüz sanırsam.
Bey: Evet çocuğum evet yine kötü kabuslar peşimde.
Katip: Buyurun beyim yatın dinlenin tekrar.

8.28.2012

kelime tüccarı-3


İkinci sahne
Katip: Bey biraz delidir. Aldırmayın sözlerine. Çılgınca bir bağlanıştır onunkisi. Delikanlı çağından beri yanındayım. Doktorlar beni duyamadıkları için onu tımarhaneye attılar. Benim varlığıma inandıkları içinse de yıllarca peşini bırakmadılar. Onu ben mahkum ettim kendisine. Dili sivriydi. Susmayı ben öğrettim desem yeridir. Bu gece duramadı yerinde yine. Duyuyor musunuz sorgu melekleri onun hakkında konuşuyorlar. Ne sevabı belli garibimin ne de günahı.
Sorgu meleği 1: Anlam veremiyorum bu adam manyağın teki. Günah mı dedikleri yoksa sevap mı? Felsefesi yüzünden yargılanmamak birçok fani kurallarında yazsa da birçoklarının kellesi uçurulmuştur. Burada haddini bilmeyen sorgulamaya yer yok. Ama bu kul sersemin teki.
Sorgu meleği2: Biz sadece nurdan yaratıldık. Bizde sorgulama, cinsiyet, yeme içme gibi şeyler yok. Yukarıdan emir ne geldiyse onu yaparız. Bu ademoğlu kafayı sıyırmış olmalı. Tanrı istediği için secde etmiştik birimiz hariç! Bunlar ise sersemdiler. Yasak olmasına rağmen zehirli meyveyi yediler ve kibirliyle aynı yolu seçtiler. Bizim cüzi irademiz yok. Onlar gibi günah işleyemeyiz. Hele şu kula bakın neler demiş ‘’ Tanrı şeytanla anlaşmaya vardı‘’ bu muhasebenin içinden çık çıkabilirsen.
Sorgu meleği 1: Tanrı’ya sor bakalım cezası neymiş. Seni bekliyor olmalı.
Azrail: Evet gitmelisin. Git de öğren bakalım cezası neymiş. Ben de anlam veremiyorum bu adama. İnsanoğlu beni bekler. Beni görünce de ilk olarak şaşkınlık belirir gözlerinde. Hemen ardından kimisinde bir tebessüm, kimisininse yarım kalmış işleri için ah çeken gözyaşları. Geleceğimi bile bile son anlarına kadar hayal kurarlar. Halbuki hayatları hayallerinden önce biter. İnadına ep yek atmak gibidir. Tek doğarlar tek de göçerler. İşte bu kısa sürede tek başına olmaktan korkanlar, yalnızlık kılıfı giydirirler kar yağmış geleceğine. Bu kulla ise karşılaşmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Ama zamanını ne ben biliyorum ne de o. Hayata tek başına tutunmuş. Aynalardan kaçan bir insan. Evet, evet yüzü nasıl bir hal alacak sabırsızlıkla bekliyorum.
İsrafil: Ben de merak ediyorum yalan yok! Ben nefesimi sihirli bir tılsımla birleştirene kadar kabir de neler yaşayacak merak ediyorum. Güya yalan söylemiyormuş. Bir kelime tüccarı hele de inancını yitirmiş ve katibiyle konuşan zavallı. Her işte usta olmak için en iyisini bilmek gerekir. Düşünüyor. Hangi kelimeleri ne amaçla üretildiğini, neden onlara anlam yüklendiğini onlardan nasıl yeni kelimeler türetildiğini düşünüyor. En iyisi olmak için. Kaybetmekten başka kaybedeceği bir şeyi yok imiş. Bir lafı vardı onun neydi.
Azrail: Mecbur olduğum için mutlu değilim, mutlu olduğum için bu hayata mecburum.
İsrafil: Ne karın ağrısıysa.
Azrail: Benim gitmem gerekiyor.
İsrafil: Görüşürüz kolay gelsin.
Azrail: Kolaysa başına gelsin.

8.27.2012

kelime tüccarı-2


BİRİNCİ PERDE
Birinci sahne
Bey(önünde kitaplar gömülmüş bir haldedir):  Kitaplar ah kitaplar. İçinde binlerce insanın fikirlerini ezberlediğim, bir gün onlardan ayrılıp ben olmak, onların yolunu değil düşünme biçimini öğrenmek toplumdan kopmak değil topluma renk katmak için bir ömür harcayacağım kitaplar...
Katip(sahneye girer): Yine kitaplara gömülmüşsünüz beyim.
Bey(elindeki kalemi masaya fırlatır ve düşünceli bir halde katibe döner): Katip inancını yitirmiş bir insana ne diyebilirsin ki?
Katip(yanına oturur): Beyim inancını yitirmiş bir insan kulluktan çıkmıştır. İnsan inandığı sürece insandır.
Bey: Katip, peki inanmak nedir? İnanç ne içindir?
Katip: Bunu sizden başkası bilemez beyim. Siz inançlı birisiniz.
Bey(ayağa kalkar ve sahnenin önüne yürür): Evet doğru söylüyorsun! İnancın olmadığına inanan bir kul. İnandıramaz artık kimse bana (katibe döner) inancın olduğuna. Kâtip bugün kelimeler ihanet etti. Çalakalem bir tabloydu hayat insan suretleriyle süslediğimiz. Zaman denilen musibet dolmayacak belli. Ne dersin bu gece de yalız mıyız? Tanrı biraz daha delil toplasa gerek. Ben suçumu kabul ediyorum günahkârım! Demek ki orada bürokrasi farklı işliyor.
Katip: Azrail bu gecede gelmeyecek efendim. Odanızda ki anlıları boşuna topladınız.
Bey: Anılar! Hala birkaç kırıntı kalmış yastığımın altında. Onları niye temizlemedin?
Katip: Onları sizden başkası silemez beyim. Benim dahi gücüm yetmez.
Bey: Odamdaki anılar; odam mı dağınık yoksa kafam mı?(masasına geri döner, kitap alır okumaya başlar)
Katip: Vicdanınız rahat mı? Yine uyuyamıyorsunuz?
Bey: Vicdan hmmm vicdan dediğiniz şey hayatı kabullenmek için uydurulmuş yalan muhasebesidir. Gözlerini kapattığında kulaklarının duymaması için, teninin sıcaklığını hissettiğinde gözlerine ışık süzmesi girmesin diye uydurulmuş bir masaldır. Gerçekten kaçmaktır.(Masadan kalkar heyecanlı bir şekilde devam eder) Yıllar önceydi yalan söylemeyi bıraktım biliyorsun. Kelime tüccarlığım sırasında bütün yalanlarımı satmıştım. Bir tek sen kaldın anılarımdan geriye. Peki sen? Sen de mi yalan söylüyorsun bana, diğerleri gibi?
Katip: Hayır beyim asla! Şüphe mi ediyorsun? Şüpheniz varsa şu anda bıçağı kalbime saplayınız!
Bey: Tamam çocuğum tamam. Vasiyetimdir aklında tut. Bedenim bir gün benden habersiz ölürse bileklerime neşteri vur.
Katip: Peki beyim. Peki siz, bana yalan söylediniz mi hiç?
Bey: Bu nasıl soru! Bu nasıl soru!
Katip: O zaman söyleyin beyim, inanç nedir?
Bey: Var olmayan bir şey için varmış gibi davranmak!
Katip: Peki Tanrı’ya inanmıyor musunuz?
Bey: Tanrı ne zaman yoktu ki hayatımızda? Ben var olmayan bir şey için dedim!
Katip: Peki beyim.
Bey: Dinle çocuk! Biz hiçbir şeyi yoktan var edemeyiz. Olmayan şeyleri düşleriz. Bunlara hayal deriz. Hayalin peşinden koşmaya başlarız. Hayal bir süre sonra tutkuya dönüşür içimizde. Tutku gözümüzü daha da kör eder. Hiçbir şeyi görmek istemeyiz. Artık içimizdeki hırs bizi kamçılamaktan çok, daha fazla kan akıtmak ister bedenimizde. Mazoşist bir lanetli, olmayacak bir şey yok olmaya mahkûmdur senle birlikte. Mutlu olmak için mecbur olmazsın, kaybettiklerin için mutlu olmaya mecbursundur. Ve hırsların yalanın ardından seni öyle bir kamçılar ki acıyı dahi hissedemezsin. Ölüm kokmaya başlar odan. Düşlerin çürümüş bir ceset gibidir. Anlayamazsın etrafında dönen olayları. Şelaleden düşmeden önce son bir umut ağaca tutunmak için yaşadıklarına anlam vermeye çalışırsın. Nasıl kabullenmek istersen öyle manalar atfedersin yükleme. Ve inanmaya başlarsın. Mamafih Azrail kapını çalmadan bedenini çoktan öldürmüşsündür. Son saniye kadar hayattan zevk almak için yok olan bir şeye, gerçekmişçesine taparsın. Ve bedenin senden habersiz ölür. Ve de ademoğulları utanmadan aşkı da içine katar.
Katip: Hatırlıyor gibiyim hikayeyi beyim. Uzun zamandır anlatmıyordunuz.
Beyim: Beni aldatan kadını sevmedim ben aslında seni sevdim. Başka bir gece katip yorgunum bugün.
(bey yere uzanır uyur katip de onu izler)
(birinci sahne sonu)

kelime tüccarı-1


İSİMSiZ
Açılış konuşmaları: Perde kapalı sahnede bey ile katip şiir okumaktadır.

Bey:  
Düşlerinizin satın alamayacağı
Bir ebediyetten sesleniyorum size
Benim tek işim var kelime tüccarlığı
Adım yoktur kimileri bey der ismime

Katip: 
Bir riyakar gördüm aranızda
Sözleri acı zehir zemberek
Beni tanırsınız lakin göremezsiniz
Her şeyi bana itiraf edersiniz
 (…)

Bey:       
Bizi Cenap-ı Hak dercep eylemiş
Umursamadan gülmüş gülmüş durmuş
Cennetinden bahtsız bir lahza sunmuş
Terki bende terk-i diyar eylemiş

Katip:
Yar bana bir eğlence
Medet umduk zalime
Bu absürt hikayemizde
Tayyi zaman tayyi de mekan

Bey:
Yıkılsın perde eylesin viran
İşimiz ne hodbinlik ne de yalan dolan
Biz ne komiğiz ne de önemli kişiler
Başka amaçla gelen varsa yandı biletler vesselam…

Katip:
Diliniz çatal olmuş batar gönüllere
Beyim bu gece istirahat eyleyin namelere
Buncacık insan evimize gelmiş seyir eylemeye
Açılsın sahnemiz başlasın iki perdelik hikayemiz

8.18.2012

kelime tüccarı;

kısa sözler-1-
 mızıkçılar hiç sevilmezdi ama herkes mızıkçılık yapmayı severdi, küçükken en güzel anlaşma şekliydi; şimdilerdeyse susmak ve kaçmak ben büyüdüm demek için; işte bu yüzden bir mızıkçıyım...

kelime tüccarı;

Adam: sigaradan nefret ediyordun.
Kadın: senden de nefret ediyorum.
Adam: beni sevdiğini söylüyordun.
Kadın: zamanında onu da seviyordum.

Kelime Tüccarı;


Viran şehirler gördüm viran insanlar
Ve virane düşler içinde…
Benim de düşlerim biraz dağınıktır
Toparlanmayı unutmuş
Bir yer vardır elbet oturmaya
Ve de bir ikramlık çayım
Dur bekle nefes al
Ayranına bir parça saman attım
Hemen kelimelerini tüketip hastalanma diye
Bilirim ellerim titrer evet
Kırk dereden geçsen de
Kır dağı aşsan da
Testiyi kırdığın an
Sen bir serserisin
Lakin bir mürekkep hatası için
Koca sayfa yırtılmaz
O kalp yarası dil ile silinir
Atalarımın deyimidir unutmam
“Çok mürekkep yaladık”
Bir nesil böyle oluşmuş
Ve ardından nice nesillerin hatasızlığı
Yoksa o eski hocalar
Minik ellerin titremesini nasıl geçirirdi
Bu lehçeyi yeni öğreniyorum
Yeni yeni insanlar okuyorum
Dilim sürçe lisanlara gebe
Bazen manaları unutur
İyi insan lafın üstüne gelir demez de
İti an çomağı hazırla derse
Bilin lakin
Ben ne Tahir’im ne de kelpim
Rahatsız bir ruh
Siz olduğumu anlamam içindir sorum
Sizlere ait olduğumu anlamam içindir sorgum
Kimseye gelme demem
Kimseye de git
Gelmek karanlık bir yolda ilerlemek gibidir
Gidişler içinse bilet kesmem
Vedalara da düşmanın
Cümlelerimin sonu sadece
Üç nokta…

Kelime Tüccarı


 Anne rüyalardan neden kaçıyoruz. Sus duymasınlar. Kimler anne. Sessiz ol günahlardan. Son sözüydü ve çekip gitti. Düşünüyorum da bazen düşünmek köleleşmek gibi. Birileri mahşerden bir parça gül sunar ve dikenlerine sevapmış gibi katlanırsın. Sonunu düşünmek mi işte o zaman özgür olduğumuzu sanıyoruz. Aslında kaybedilen bir insanlık suçu ve ardından kalan dramalar karanlığın asaletinden gelir cennetin yalancı beyazından değil. Ben kim miyim? Bu hikâyede ben Araf’ı oynuyorum.
 Kendimi bildiğimden beri buradayım. Cennetten kovulmuş bir neslin cehenneme girememe korkusundan beri bu coğrafyada sırat köprüsünün karşısındayım. Adımı bileniniz çoktur lakin beni tanıyanınız yoktur. Suskunluğun içine günah saklayan kullar arasından hasat tarlası gibi Tanrı biçtikçe benim azabımla tanışırsınız. Bana söylenen en büyük ihanet yalandır. Denemeyin gözlerinizden okurum.
 Bildiğim tek bir şey var. Ya evet ya da hayır. Cennetle cehennemden hangisini kendinize layık görüyorsunuz. Sersemler gibi cennet hayaliyle yanan bir hikâyede misiniz? Sizin hikâyeniz ne. Gözlerinizden okuya biliyorum. Ama dillerinizden duymak isterim. Yılanlar gibi çatal olmasa da yılandan daha çok zehir akıtan bahşettiğiniz yalanları duymak isterim. Mahşerde toplanmaya daha vakit var o zamana kadar benimlesiniz.
 Din Allah’ın biricik siyasetidir. Siyasetti siz ondan öğrendiniz. En büyük yalanı şeytan söyledi. Ufak bedeniyle kibirlenmiş gibiydi dudakları. Kederliydi bakışları. Âdemoğullarına tapmadı. Tanrı’dan öğrendiği tek gerçek politikaydı. Burasını soğuk yahut da ıslak sanırsınız. Ana rahmi değildir şeytanın hüküm sürdüğü dolanlarınızdır benim suskunluğum yolun sonudur. Sonsuzluk kavramını kafasında sadece rakamlarla ilan eden siz bilinmeyenler gözlerinizi kapatın hiç ses olmasın hiç de ışık işte o saf karanlığın bekçisiyim. Siz daha bundan korkuyorsunuz daha utanmadan gözlerinizden gözlerime bir kelime intiharlarını yakıştırıyorsunuz. Zavallılar. İfritlerin ıslak dişli köpekleri. Sadık bir hayvanmışsınız. Değiştirin plakta çalan acıyı sizin tek kulluğunuz bencilliğiniz. Sevdiğiniz Tengri’nin cehennemini kabullenememiş korkak yığınları.
 Renklerinizden kaçıyorum evet. Boya diye sürdüğünüz kokularınızın tiksinçliğinden. Gözlerinize itiraf edemediğiniz mor halkalarınızdan. Şehvet denizinde boğulmuş maskelerinizden kırmızı dudaklarınızdan. Dalgalı eteklerinizin aşk adı altında ihanete çağıran süs püsünüzden gözdeki kaleminizden ve sessizliğin bakireliğini bozan nice sevgi sözcüklerinden kaçıyorum. Ruhumu kanla vaftiz ettim ateşini dumanından ayırmış şeytana gülümsercesine, dilimi zemzemle yıkadım yalanlara dur demek için, abdesti çocukça haykırışlarınızdan çaldım.
 İnkâr etmiyorum. Duymak istediğiniz rüyaları kulağınıza fısıldamış ve sonra sizi inkâr etmiş Tanrı’nıza hizmet ediyorum. Ve sesleniyorum. Anne rüyalardan neden kaçıyoruz. Sus duymasınlar. Kimler anne. Sessiz ol günahlardan. Peki kimin? Koynunda beslediğin kulağına riyakârca bağırmış güzelliklerden.

Kelime Tüccarı;


Lanet Işıkları
 Karanlığı bilirim. Gecelere hakim kılınan ışıkların olmadığı, kahkahaların süs püsünden uzakta, gözlerin hatırımıza dahi uğramayacağı rüyaların en dipsizliğinde, bir ben ve ben olmama inat bensizliğe hakim olunan saatlerin efsunlu sesi. Çok mu cahildim bu kalabalık yığınlarının arasında? Maske takmayı unutmuşum, yalan dedikleri aldatma, kandırma sözlerini ruhlarıma nişan diye nakşetmemişken; zoraki gülme yerine tebessüm, zevk yerine saygının sevgiye yad olduğu bir coğrafyada esen rüzgar olmak? Hayatta sayılara değer vermemişken daha anlamıyorum kimse de anlatmıyor. Sayıların şerefi ve onuru yoktur baki olan verilen yeminler ve sözlerdir. Kaç kişi yatağında, kaç kadeh midende, kaç kuruşluk ruhun varken elinde ki tabak kaç kuruşuna, o kuruşlar kaç kişinin alnına, o alına değen kaç annenin dudağında bir dua yahut bir tuzlu sudan ibaret. İnsan mı insan görmüştüm lakin burası dile dahi alınmayan insan bahçesi olsa gerek.

8.13.2012

Kelime Tüccarı;


3:15 Peronu
bütün yansımaları 3:15 peronunda hibe bir hava yaratıp kasvetli yalnızlığınızla popüler kılan bir ifade yazabilirsiniz. sadece gramer kullanmak bir iki yabancı dilde ezberlenmiş kelimeler gibi kitaplardan ezberlediğimiz kelimeleri kullanmak bütün ruhları fahişe kılarcasına aktabilirsiniz. yapmadım pişman değilim zaman da kaybetmedim hayatımdan da zamanı çalacak bir satranç hamlesi yapmadım. bilakis itici bir dille yazıyorum ki itişin kaçışın bu kokuşmuş liseli yılların kronik rahatsızlığınızdan. şu anda herhangi birine herhangi bir zamanda herhangi bir şekilde yazmış olduğum hakikati değil sade; alelade olmayan, kelime oyunlarını ufak bir çardak altında, hissettiklerimin hepsini anlatma kaygısı taşımadan, güldüğünde her anı farklı, sesi her konuştuğunda tınısı farklı bir dünyevilikte; tapınağa sunulmuş, adanmaktan öte, ağlanmaktan öte bir ibadete sundum.
 vazgeçin sen, sen olmaya devam et; o, o olarak kalsın başka insanları, aptalın kutusundaki halktan olmayan tiplemeleri halkça desteklemeyin. bu saatte, ayakta, yarınını, şu anı olanı, aslında şu anınız olmayan ama istatiksel olarak olasılığı olmadığı halde ihtimallere dayandırdığınız hayatı kucaklamayın uykulu gözlerle.
 daha ileri giderek diyorum ki sizi düşünmeyen insanların olduğunu, hayatın acımasız olduğunu, üzüldüğünüzü, anlatamadığınızı, anlaşılmadığınızı düşünmeyi bırakın. bu his elinizdeki kitaptan, etkilendiğiniz filmden ya da başkalarını etkilemiş olan hisleri yaşamayın. sizi düşünen kimse dahi yok mu. o zaman şu ithamı bilmiyorsunuz demek ki. mutluluk veren bilgi Araplar ve Acemler gibi düşünmeyesiniz diye, onların edebi düşüncesine yaşadıklarına bağlı kalıp hayattan kopmayasınız, kendi ailenizde kendi kefeninizi gecelik olarak ölüme sunasınız diye şu anı dahi 3:15 peronunda yalnızlığınızla yüzleşesiniz diye, elinizdeki film, kitap fark etmez tuttuğunuz nesnel ya da organsal düzeyde ki hissi kendinizde, kendi dilinizde, kendi evinizde bulasınız diye bir ömür harcanarak yazılmış. sahip çıkılmaz evet; çünkü sen arabeski bilmem ne -izmi yaşamışsın, yaşayacaksın böyle bir hayat, yaşam kurmuşsun. sen bir ömrü görüp 5 dakikalık zevki bırakamayacak kadar KORKAKSIN! o yüzden 3:15 peronunda herkesle aynı uyku trenini beklerken emek harcayanların hayatına küfredeceksin ve sen daha fazla sen olamadan, olmayan bir sistem tarafından kendi kendine tekme atan müthiş bir yetenek olarak tarih kitabına geçeceksin.

8.09.2012

kelime tüccarı;


ŞİZOTİPLADEN-ŞİZOFRENİYE
Hiç Başlanmamış Yazılarım
 Gecenin bir vakti hissettiklerimle boğuşurken, kendi iç sesimle cebelleşirken birden kafama bir şey dank etti. Hayatla ilgili onca inanılan güzel söz, onca tiksinç gelen yaşanmışlıklar, yaşanılması kendi muhtemelinkilerine katarak bu budur usta ve ardından gelen “ay çok güzel”, “of lan böyle hayatı sik…”,”çok haklısın bak şu etrafına öyle değil mi?” abartılmışlıklar, istediği kadar başka şehir, başka ülke, bambaşka insanlar görmüş olmasına rağmen; dünyanın bütün sokaklarını gezmemiş, dünyadaki her çeşit insanla tanışmamış, sadece kendi dar çevresiyle, kendi dar kelimeleriyle, kendi dar kütüphanesinde biriktirdiklerini karın doyurucu ( aslen yağla soğan kavurtturmanın yemek olduğu üstüne konulanların sadece damak zevki için olduğunu hissettiren aşçılar örneğiyle soyuttan somutlaşan insanlar ) düşüncelerle paylaşan etrafımdaki insanları anlamaya başlıyorum.
 Küçükken çocuklar kendi masumlarını bıkkınlık gölgesinde bıkkınlık verircesine hayata neden diye sorması, biraz büyüyünce böyle olması gerekiyormuş diye düşünen, neden olmasınlarla atılan ergenlik dönemi ve az ilerisi olan sanki dünyadaki bütün geçmişini oluşturan belli birikime gelmiş bilim adamlarının şu duygularını kaybetmesi için, kendi kurgularındaki köle fantezileriyle bütünleşen yaptırımlarmışçasına uymaya zorlanma evresi ki işte etrafımda hayattın onlarda yarattığı manevi açlığı maddi açlıklarla gidermeye çalışan ve daha çok maddi kayıplarla borçlanıp buna kulp arayan, çalışamayan, üretemeyen keza ürettirilmeyen, konuşan sadece konuşan vakit öldüren insanlarla ilgili söylüyorum;
-          Her birinize kendi dara ağcınızda adam asmaca oynadığınız kelimelerle yanıt vermeyeceğim, haksız değilsiniz; ama haklı olsanız bir şeyler değişirdi. Değiştirilmeyen şey sizi sabitler ve değişmemek için yıllar içinde değişir kendinizi tanıyamaz, tanıtamaz hale gelirsiniz; çünkü işte bu budur dediğiniz yargılarınız bir yerlerde sayfalarca, hesaplamalarla yıkılıyor ve siz o yıkımdan kurtulmak için kaçıyorsunuz ve yurt arayan komutanlar gibi kendinize yeni kaleler yapıyorsunuz ve yine yıkılıyor. İşte değişmemek. Genellemelerin hepsi yanlıştır bu genellemede dahil gibi kafa karıştıran zıtlıklara bakıp aldanmayın bu basit bir algoritma sadece yerine başka kelimeler koy dene. Aynı şekilde iki zıtlıkla sorular sormak aynı algoritma –yaşamak için mi ölüyoruz, ölmek için mi yaşıyoruz?- . saygı duymadığınız, yapıcı eleştiri  deyip hiçbir şey yapmadan, kıçınızı ağırtarak oturduğunuz sandalyeden, defterinizde ki kelimelerle etrafınıza saydam duvar örülüyor ve hayat bu, ama bu gerçek diye saydam duvara destek çıkıyorsunuz. Peki ama neden?